Uyuyan Güzel
Uyuyan Güzel Masalı
Bir zamanlar, uzak bir ülkede bir kral ve kraliçe yaşıyormuş. Yıllarca çocuk sahibi olmayı bekledikten sonra nihayet dünya güzeli bir kızları olmuş ve mutluluklarını herkesle paylaşmak için büyük bir şölen düzenlemişler.. Kral, mutluluğunu paylaşmak için dostlarıyla konuşurken, baba olmanın heyecanından ve bebeklerinin altını değiştirirken yaşadığı komik anıları anlatmış. Misafirler, onun anlattıklarıyla kahkahalarla gülmüşler.
Şölenin sonunda sıra hediyelere gelmiş. Konuklar, küçük prenses için getirdikleri armağanları sunmuşlar. Ardından krallığın en güçlü ve bilge on iki perisi sırayla prenses için dileklerini dilemiş. İlk peri, “Benim hediyem mutluluk,” demiş. Misafirler bu güzel dileği alkışlarla kutlamış. Diğer periler de sırasıyla prensesin güzellik, zekâ ve sağlık gibi birçok değerli nitelikle donatılmasını dilemişler.
Tam on ikinci peri hediyesini verecekken, birden sarayın kapıları büyük bir gürültüyle açılmış ve içeriye kasvetli bir hava dolmuş. Herkes korkuyla yerinde donup kalmış, çünkü gelen on üçüncü periymiş. Davet edilmeyen bu peri, öfke dolu bir şekilde ilerleyerek kral ve kraliçeye yönelmiş. “Beni unuttuğunuzu sanmayın!” diye hiddetle bağırmış. Kral onu yatıştırmaya çalışsa da, peri öfkesini kontrol edememiş ve küçük prensese korkunç bir lanet bırakmış: “On beş yaşına geldiği gün, eline bir iğne batacak ve hiç uyanmayacak!”
Birden korkunç bir gürültüyle sarayın kapıları açılıp, on üçüncü peri çıkıp gitmiş. Sarayda buz gibi bir sessizlik hakim olmuş. Kral, çaresiz kalmış, Kraliçe ağlamaya başlamış. Ancak son anda on ikinci peri ortaya çıkarak, “Kötü laneti tamamen kaldıramam ama onu hafifletebilirim. Prenses hiç uyanmamak yerine yüz yıl sürecek bir uykuya dalacak,” demiş. Herkes biraz rahatlamış ama yine de korkuları dinmemiş.
Yıllar geçmiş, prenses güzeller güzeli bir genç kız olmuş. Ailesi onu kötü lanetten korumak için ülkedeki tüm iğneleri yok etmiş. Ancak, tam on beşinci yaş gününde prenses, sarayın keşfedilmemiş bir köşesine açılan gizli bir kapı bulmuş. Merakla kapıyı açıp içeri girmiş ve orada yaşlı bir kadının elbise diktiğini görmüş.. Kadın ona, “Gel, bir dene!” demiş. Prenses iğneyi eline alır almaz parmağına batmış ve hemen yere yığılmış.
Bu olayın ardından bütün saray derin bir uykuya dalmış. Kral, kraliçe, hizmetkârlar, hatta saraydaki hayvanlar bile birer heykel gibi kıpırtısız kalmış. Zaman akıp gitmiş, yıllar geçmiş ve saray unutulmuş. Sarayın etrafı dikenli çalılarla kaplanmış, içine kimse giremez olmuş.
Bir gün, yıllar sonra bir prens bu büyülenmiş sarayın olduğu bölgeden geçerken, halktan büyülü sarayla ilgili bir efsane duymuş. Prens meraklanmış ve sarayın yolunu tutmuş. Dikenli çalıları geçmek zor olmuş ama prensi durdurmamış. Çalıları keserek sarayın içine girmiş. İçeride herkes uyuyormuş, her şey sessiz ve hareketsizmiş. Sonunda prens, kıvrılan merdivenleri çıkarak prensesin uyuduğu odaya ulaşmış.
Prens, prensesin yanına gitmiş ve onun güzelliği karşısında büyülenmiş. Eğilip prensesi öpmüş. O anda prensesin gözleri açılmış. Prenses uyanır uyanmaz saray da uyanmaya başlamış. Her şey yeniden canlanmış, insanlar ve hayvanlar hareket etmeye başlamış. Kral elindeki işini yapmaya, aşçılar yemek pişirmeye, hayvanlar eski hayatlarına geri dönmüş.
Prenses, prensi görür görmez ona âşık olmuş ve prens de ona. Bir süre sonra büyük bir düğün yapılmış ve prensesle prens evlenmiş. Evliliklerinden sonra ülkede barış ve huzur hüküm sürmüş, prenses ile prens mutluluk içinde uzun bir hayat yaşamışlar.